27 Temmuz 2014 Pazar




Uzun zamandır hissedilmeyen şeylerin akınına uğruyorum son zamanlarda. Beni böyle karman çorman yapan yaşadıklarım mı,karşıma çıkan insanlar mı yoksa şimdilerde eskide kalan o durgun,sönük ve yıpranmış hayatım mı bilemiyorum. Bir yandan güzel geliyor her şey, bir yandan karmaşık. Karmaşıklık kötü mü onu da bilmiyorum. Sadece güzel olsun istiyorum bazı şeyler. Karşılıklı söylemediğim şeyleri gözlerimle anlatırım belki diyorum onu da beceremiyorum. Diyorum ya ben uzun zamandır hissetmiyordum pek çok şeyi, hissettirmiyordu kimse. Şimdilerde o yüzden bocalıyorum. Iskaladıklarım aklıma geliyor. Ben hiç bir zaman doğru zamanda doğru yerde olmadım ki. Oysa şimdi her şey doğru geliyor. Ben hissetmeye başladım. Çok garip. Çok farklı. Yine de eksik işte. Her zaman anı yaşayan bir insan olmak isteyip de devamlı anın dışına taşan, boşlukları doldurayım, güzel boyayayım diye uğraşıp da hep kenarına bulaştıran bir insanım en nihayetinde. Hissetmeden dokunamıyorum mesela, öpemiyorum, sarılamıyorum. Derin şeyleri seviyorum ben. Bu şarkıyı da o yüzden bu kadar seviyorum sanırım. Kalbiyle şarkı söyleyen adamları dinlemeyi seviyorum. 
Günün sonunda her şeyi buraya yazıp dökmeyi de seviyorum. Bazı şeylerin değerini kaybetmesini sevmiyorum ama mesela. Bazı şeylerin özel oluşunun fark edilmeyişini sevmiyorum. 
Neyse işte, çok güzel şarkılar var. Dinleyelim. (burda okuyucu paragrafın başındaki uzun kelimesine tıklayıp şarkıyı dinliyor.)

31 Ağustos 2013 Cumartesi

Devrik.


Bak yine yazasım geldi durup dururken. Yine sömüresim var kelimeleri anlatmak için derdimi. Seviyorum devrik cümlelerimi. Onlar da beni seviyor olacaklar ki hayatımı ele geçirmişler. Cümlelerim devrik,hayatım devrik. Başta olması gereken her şey sondaymış gibi. Durmadan düzeltmeye çabalıyor ama düzelmesini de istemiyormuşum gibi.
Böyle garip olmayı nereden öğrendim ben acaba. Bazen kendimi çok garipsiyorum. Sanki ben benim değilmişim gibi. Belki de ben benim olmak istemiyorumdur. Sorun budur. Ondan mı dışlıyorum bazen kendimi kendimden? Cevabı olmayan sorulardan yapılmış bir beyin var bende. Aradığımı bulamıyorum ki. O yüzden her zaman karışık kafam.
Şimdi bir sigara yakmak vardı dertli dertli,çekerdim içime bu sefer,hiç beceremem ya. Sigaram olur musun diye sorabileceği birini istiyor bazen insan. Ama her yer kül, her yer ateş.

12 Mart 2013 Salı

My Mad Fat Diary


Ben bu blog işinde istikrar tutturmada baya başarısızım galiba. Neyse ki böyle diziler buluyorum da yazasım,tavsiye edesim geliyor. Etrafımdaki herkes benim izlediklerimi izlesin de ben oradan alıntılar yaptığımda beni anlasınlar istiyorum. Beni motive eden dizi ise gördüğünüz üzre My Mad Fat Diary. Nası sevdim nası sevdim belli değil. Sadece 1 sezon hatta 6 bölümden oluşmasına rağmen beni fan listesine yazdı bile. Diary'siz dizi izleyemez olduk, The Vampire Diaries, The Carrie Diaries gibi halihazırda iki tane daha diaryli dizi izliyorum. Benim de var hala duruyo günlüklerim,vereyim de bir kaç dizi de biz çekelim böyle günlüklü münlüklü. Çıkar bak valla çıkar. Neyse biz MMFD'ye dönelim. 
Şimdiiii dizimizin baş karakteri dizinin isminden de anlaşılabileceği gibi şişman bir arkadaşımız olan Rae (Sharon Rooney) ki kendisi bir süre akıl hastanesinde yatmış ve dizimizde onun hastahaneden çıkıp eskiden en yakın arkadaşı olan Chloe (Jodie Comer) ile karşılaşmasıyla başlıyor. Rae oldukça özgüvensiz ve kendinden memnuniyetsiz bir kız. Annesi (Claire Rushbrook) aslında iyi bir kadın,kızını da seviyor ama biraz ben merkezci olduğu için kızının neler yaşadığı,nasıl hissettiği konularında umursamaz davranışları olabiliyor ki Rae hastahaneden çıktığında kızını almaya geç kalıyor ve Rae eve geldiğinde karşısında kanun dışı bir göçmen olan Tunuslu ve annesinin sevgilisi olan Karim (Bamshad Abadi-Amin) diye bir adamla karşılaşıyor. Yani çok fazla aile problemi olmamasına rağmen çok sorunsuz bir ailesi de yok. Ben Rae'nin kendini sevmeyişini tamamen topluma bağlıyorum tabi ki, zaten o yürürken Rae'yi gördükleri her yerde onunla dalga geçmeyi,arkasından bağırmayı görev edinmiş tabiri caizse mahallenin bullyleri olması da bunu destekliyor. Ayrıca Chloe'nin her zaman erkeklerin dikkatini çeken güzel ve zayıf kız olması gibi gibi gizli baskılar da var Rae'nin üzerinde. Dizi bu baskıları ve Rae'nin içinde yaşadığı gel gitleri çok güzel göstermiş. Empati kurmak çok kolay oluyor dolayısıyla ve insan günümüz medyasına sinir olmadan edemiyor. Kişilerin kişilikleri yerine dış görünüşlerini ön plana çıkaran ve zayıf güzeldiri durmadan bize empoze eden ve gençlerin özgüvenlerini güçlendirmek yerine yerle bir ederek hep daha fazlasını tüketmelerine odaklı iğrenç bir sistemde yaşadığımızı bir kez daha düşündürüyor. 
-Rae-

Her neyse, Chloe karşılaştıklarında Rae'yi gayet sıcak karşılıyor ve yeni grubuyla takılması için Rae'yi bara davet ediyor. Rae bara gidiyor ve yeni grubuyla ilk resmi tanışmasını gerçekleştiriyor. Grubun analizini yaptığı sahnede dediği gibi karakterleri tek tek tanıtmam gerekirse:

Archie (Dan Cohen)
Kendisi Rae'nin görür görmez vurulduğu şeker insan. Allahım nasıl tatlı bakar mısınız? Haksız mı kız? Değil. 

Chop (Jordan Murphy)
Adını son bölümde öğreneceğimiz bu şahıs da grubun şebeği mi desem,şaklabanı mı desem,gerzeği mi desem kararsızım ama size tavsiyem kendisine karşı önyargılı olmayın çünkü şu an ben kendisini pek seviyorum. 

Izzy (Ciara Baxendale)
Bu da grubun saftirik ve sevimli mi sevimli kızcağızı. Çok önplanda değil dizide ama sevdik biz onu.


Chloe 
Kendisi yazıda da söylediğim gibi Rae'nin en yakın arkadaşı. Biraz erkek budalası bir ergen ama özünde iyi bir kız. Yani işte. 

Finn (Nico Mirallegro)
Kendisi grubun sessiz,utangaç ve cool çocuğu. Nasıl yummy nasıl yummy. Favori karakterim. Sanırım pek çok kız için de öyle. Finn anlatılmaz izlenir o yüzden çok fazla yazmıyorum onu ;)

Tix (Sophie Wright)
Tix gruptan değil,kendisi aslında bu fotoğraftakinden daha sevimli,burda biraz ev hanımı gibi çıkmış. Tix Rae'nin hastanedeki en yakın arkadaşı ve kendisi anoreksik. 

Danny Two-Hats
Danny de yine Rae'nin hastaneden arkadaşı sevimli bir şahsiyet ve friendzone açıklamaları kesinlikle dinlenmeye değer :))

Kester (Ian Hart)
Prof. Quirrell'i tanıdınız mı Potterheadler :) Kendisi Rae'nin mükemmel psikiyatristi. İzledikçe daha da çok seviceksiniz.

VEEE tabi ki Rae:

İşte böyle renkli karakterlerle dolu bir dizi ve 90ları anlattığı için mükemmel ötesi müziklerle donatılmış. Bir tanesini paylaşayım hatta,favorimdir kendisi.



Bildiniz şarkıyı da hemen köfteler siziiii :)
Ayrıca dizi gayet komik,özellikle bazı sahnelerdeki çizimler insanı baya güldürüyor. 


Gibi. 
Sizinle favori sahnelerimi paylaşırdım ama spoiler olduğu için paylaşamıyorum ve bu beni kahrediyooooor :(( Onun yerine şunlaro paylaşayım da biraz olsun içim rahat etsin:


Bazı insanların sigara içmesi gerçekten sağlığa zararlıymış!

Bu dizinin trailerı: http://www.youtube.com/watch?v=3tmqLvgUd-s
Bu da IMDB'si: http://www.imdb.com/title/tt2407574/ 
8.7 puan almış dizi ki baaayyaaa iyi bildiğiniz gibi. Ayrıca dizi Tumblr'da çok ünlüymüş,bense Facebooktan gördüğüm bir caps ile izlemeye başladım. Ve en güzel haber de dizi 2.sezon anlaşmasını imzalamış 2014te izleyebilecekmişiz. Benden şimdilik bu kadar,uzun oldu ama okuyun! Hatta izleyin! Si yuuuu


24 Aralık 2012 Pazartesi


Durup düşündüm bir an,yan yana olduğumuzu,birbirimizi seyrettiğimizi. Olmayan insanlara,olmayan anlamları yüklediğimizi birlikte fark ettiğimizi düşündüm. Çok üzülmüşüz,çok yorulmuşuz,çok rol yapmışız ama sonunda hepsini eritmişiz birbirimizin gözlerinde mesela. Elimi tutman yeter demiş dudaklarım ama seninkilere daha çok yaklaşmış bunu söylerken.
Beklemişiz mesela, zaman,araçlar bizi birbirimize yaklaştırsın,mekanlar küçülsün bir araya gelelim diye. Olmamış ama kıyamet yokmuş ya ucunda. Devam etmişiz beklemeye. Bir gün daha,bir gün daha derken, ne çok gün birikmiş ellerimizde meğer. Fark etmemiş gibi yapmışız yine,atmışız günleri bir kenara,kalabalığa karışmışız.

18 Aralık 2012 Salı

Don't Trust the Bitch in Apartment 23


Benim yazma hakkım var o bitch'i arkadaşım,yazarım acımam. Yine kommik mi kommik,şeker mi şeker,çılgın mı çılgın bir diziyle karşınızdayım. Don't Trust The Bitch in Apt 23 baya uzun bir isim olduğundan Apt 23 yazıcam bundan sonra. Benim favori çerez dizilerimdendir. Çerez dizi de benim max. yarım saatlik dizilere taktığım isim olur efenim. IMDB puanı 7.2 olan bu dizimiz esas olarak üç ana karakter üzerinden dönüyor.


Dizinin afişinde de fotoğrafını gördüğümüz Krysten Ritter baş karakter, deli dolu, çılgın ve pervasız Chloe'yi, dizinin sarışın ihtiyacını karşılayan Dreama Walker bir diğer baş karakter June Colburne'ü ve tabi ki Dawson's Creek'ten hatırladığımız ve bunu bize dizide de sık sık hatırlatan James Van Der Beek'i yine James Van Der Beek karakteri olarak izliyoruz.
Hikaye June Colburne'ün işe yaramaz erkek arkadaşının ne kadar işe yaramaz nalçak bir adam olduğunu fark etmesi ve hayallerinin işini bulabilmek için New York'a, Chloe'nin ev arkadaşı olarak taşınmasıyla başlıyor. Bu Chloe bildiğiniz Allah'ın manyağı. Çılgın kelimesinin karşısında fotoğrafı olması gereken cinsten, cins mi cins, garip mi garip bir tip. Baya saydırdım ama kendisini bazı konularda idol belleyebilirim. İzledikçe anlayacaksınız. Bu June da gelip bu kızın içindeki iyiliği ortaya çıkarıyor çünkü kendisi pek bir saftirik. Böyle tam bir Prenses Sürreyya, ne bileyim bir Polyanna. O da hemen hayallerindeki işi bulamadığından şimdilik bir kahvecide çalışıyor,yanında da bonus kafalı bir tip var işte o da bahsetmem gereken bir karakter galiba ama sıkıldım. Ay hadi söyliyim Eric André'yi Mark Reynolds rolünde izliyoruz,o da işinden kovulup June'la birlikte kahvecide çalışıyor. Yani tabi ortaya komik bir şey çıkması gerektiği için iki zıt karakter aynı evde yaşıyor. (Oha çok orijinal dediğinizi duyar gibiyim) Bir de garip dikizci bir komşuları var Eli diye,bence sempatik bir tip ama bazen çok rahatsız edici olabiliyor. Tabi James VDB'nin de eli armut toplamıyor,başlarda biraz konu mankeni gibiydi ama dizi ilerledikçe karakteri daha bir yerine oturmaya başladı ve kendisi Chloe'nin en yakın arkadaşı. James'in bir de gay asistanı Luther var ama çok bahsedesim gelmedi. Evet bildiniz o da zenci tabi ki. Yine de renkli bir karakter işte. Ha bir de Chloe'yi takıntı haline getirmiş bir komşu var,stalker gibi değil gibi bir manyak. Ya evet yine bildiniz o da çan çin çonlardan.
Benim komik bulduğum bir dizi. Zaten Chloe bu sefer neler yapacak diye izleniyor genelde,gerçi bu aralar James de döktürüyor. Kısa izleyiniz,güzel. Bir kaç fotoğraf koyayım. Adettendir.


Bunları not alın,lazım olur bunlar. Valla bak.


Bu diziyi en iyi gifler anlatıyor sanırım. TRAILER içi tık tık.

5 Kasım 2012 Pazartesi

2 Broke Girls


Haftanın ilk gününde yeni bir dizi yazısıyla size merhaba dediğim şu saatlerde dfghj of güzel başlayamadım yazıya. Neyse işte bu sefer fantastikli ucubikli bir diziden bahsetmicim, size 2 Broke Girls adlı komedi dizisini anlaticim.
Komedi deyince, bana göre bir çok kaliteli dizi arasında kaliteli bir komedi bulmak gerçekten çok zor. Hep aynı bayat espriler ki zaten çoğu cinselliğe dayandırılır, çok uç karakterler ve bir türlü akmayan senaryolarla zorlama komediler yapıyor genelde bu yabancılar. Friends mirends meclisten dışarı tabi. 
2 Broke Girls şu an 2.sezonunu oynayan tazecik bir dizi. Şimdi başrol olarak iki kızımız var gördüğünüz gibi. Sarışın olan Caroline Channing (Beth Behrs) eskiden çok zenginmiş, böyle hani middilisi falan olan kızlardanmış ta ki babası bir çok insanı dolandırma suçundan hapse düşene kadar. Babası hapse düşünce mallarına mülklerine devlet el koymuş, Caroline da dımdızlak ortada kalakalmış. Bunun yolu bi şekilde Max Black (Kat Dennings) adlı fakir mi fakir ama gururlu kızımızla kesişiyor ve bunlar ev arkadaşı olup aynı cafemsi restoranda çalışmaya başlıyorlar. Tabi bunlar böyle hemen tanışır tanışmaz "bebeğim çok tatlısın yaa,ay şekerim sen de öyle tatlışkom hadi en yakın arkadaşlar olup saçlarımızı örelim" moduna girmiyorlar hatta Max sağolsun o moda hiç girmiyorlar. Max sağolsun dedim çünkü kendisi görüp görebileceğiniz en harbi kızlardan. Hep de bir huysuz,kibirli görünme durumu var. Çok güzel laf sokuyor bir de karşısında kim olursa olsun. O kadar güzel laf sokuyor ki, insan diziyi izlerken Max laf soksa da gülsek moduna giriveriyor. Caroline ise tam bir prenses Süreyya. Kızın kıçına giyecek donuna kadar almışlar hala takmış eski hayatından elinde kalan nadir şeylerden olan şıngır şıngır inci kolyelerini garson önlüğünün üstüne, topuklularla tıkır tıkır geziyor. Max ise tam bir erkek fatma ama o da o yönünü ağzımızın içine soktuğu göğüsleriyle kamufle ediyor. Bu arada Max çok güzel cupcakeler yapıyor ve bunu keşfeden üniversitede işletme okumuş Caroline hemen girişimci ruhunu devreye sokuyor ve hadi cupcake işine girelim,şirket kuralım diye bızıklanıyor. Max önce mırın kırın etse de sonunda razı oluyor veee bu ikisinin komik maceraları da başlıyor. Bu arada restoran çok renkli karakterlerle dolu,Oleg adında Rus ve abaza bir aşçısımız var ve önüne gelene çok tatlı asılıyor,iğrenç olduğu kadar tatlı bir adam anlamadım ben de nasıl oluyor o,sonra patronumuz bastı bacak Han Lee var, bıdık bıdık konuşan bir çan çin çonlu,30 yaşında olmasına rağmen ciddiye alınamıyor sevimliliğinden dolayı ve son olarak da kasada duran eski keşlerden kim kaldı tadında babacan tavırlı ve Max'in kankası Earl var ki dizinin zenci ihtiyacını karşılamakla görevli sanırım. Hikayeye sonrada bir de Sophie karakteri ekleniyor ki ba-yı-lı-yo-rummmmmm. Allah'ım böyle bir tatlılık yok,hatta Max'in doğru dürüst laf sokamadığı ve bazen ciddi ciddi laf yediği ender insanlardan. Yirim onu. Ha bir de bu fakirlikte Max ve Caroline'ın evcil hayvanı bir AT. Evet şu karikatürü canlandırabilirler baya baya;

Hihihihiiii olum evde AT var ve adı da Chestnut. Tahmin edilebileceği gibi Caroline'ın. 
İşte böyle renkli karakterlerle dolu ve cidden komik bir dizi 2 Broke Girls (zaten öyle olmasa yazmazdım efenim). Dizinin biten her bölümüyle kızların şu an elinde olan birikimlerini görüyorsunuz ki bu bize cupcake işine ne kadar yaklaştıklarını veya işten ne kadar uzaklaştıklarını gösteriyor. Diziden bir kaç kare koyayım zaten anlattığım kadarından kim hangi karakter çıkarıcaksınız. 






IMDB puanı: 7.0
Kısacası; izleyin.