31 Ekim 2012 Çarşamba

Müzik Ruhun Gıdasıysa Benim Ruhum Hep Aç


Müzik deyince kafamda birden Madonna'nın şarkısı çalmaya başlıyor her seferinde; music makes the people come together,music mix the bourgeoisie and the rebel. Ne güzel şey şu müzik değil mi? (Eeeeeeveeeeeetttttt  diye hep bir ağızdan onayladınız,duydum.)
Müziği sevmeyen insan var mıdır acaba diye düşünüyorum,sonra mutlaka vardır diyorum ve onun adına üzülüyorum açıkçası. İnsanları çok fazla sevmeyen biri olarak beni kalabalıktan çok güzel koparıyor sağolsun.  O zaman size bir playlist yazıyorum aşağıya,kalem kağıtlarınızı çıkarın. Ya da akıllı telefonlarınızı çıkarın genşleeer,"yazı var dediler fotoğrafını çekmeye geldik"çiler sizi. 
Hafta ortasında ne gider,tabi ki güzel dinlendiren şarkılar gider. ÇAL ÖYLEYSE GARDAŞLIIIII. 

Lana Del Rey-Paris


Bat For Lashes-What's A Girl To Do


Papercut-Morning Blues


Flunk-Down


The Lumineers-Ho Hey


Daughter-Youth


Travis-Happy To Hang Around


The xx-Angels


Röyksopp-You Don't Have A Clue


Transistor-Living


Christina Perri-A Thousand Years


Playlisti indirmek için TIK.

30 Ekim 2012 Salı

The Walking Dead


Hohohoyyttt gün yine dizi yazısı günü a dostlar,hem de yine fantastik bir diziyle karşınızda,sağınızda ve belki de solunuzdayım. 
Bu hafta The Walking Dead'i yazmak istedim,üstelik ben zombileri hiç sevmez idim. (Hala bayılmıyorum gerçi) Onları fantastik dünyanın ucubeleri,sivilceleri olarak görürdüm nedense. Sanırım sebebi şimdiye kadar doğru düzgün,kaliteli bir yapımla bize sunulamamış olmasıydı. The Walking Dead ise olayı bambaşka bir boyuta taşıdı resmen. 
Dizi zombi virüsü sonrası gelişen olayları anlatıyor. Bir polis şefimiz var; Rick Grimes (Andrew Lincoln), kendisi hastanelik oluyor ve gözünü bir açıyor ki etrafında kimsecikler yok,hatta sadece kendi etrafında da değil genel olarak etrafta kimsecikler yok derken eve kadar gidiyor. Tabi evde de kimse yok. Herkes ya zombiye dönmüş ya da canının peşine düşmüş, ne pahasına olursa olsun Rick'i ordan kurtarmalıyım diyen olmamış,adamı kaderine terk etmiş vicdansızlar. İşte sonra bu başka insanlarla karşılaşıyor sonra bakıyor her yer zombican dolu tabi bunlar marjinal ya zombi demiyorlar walker diyorlar. Rick zaten polis şefi olduğundan bir şekilde walkerlar tarafından yenilmeden oraya buraya bakınıyor umut ışığı için.Rick Grimes'ın karısı Lori Grimes'ı ise Prison Break dizisinden bildiğimiz Sarah Wayne Callies canlandırıyor. Böyle yine gözlerini boncuk boncuk açarak bakıyor etrafa. Az kaltak değil yalnız burada kendisi. Meğersem bu çocuğunu almış,kocasının en yakın arkadaşı Shane Walsh (Jon Bernthal) ile yapmadığı kalmamış bir de koloni kurmuş yuvarlanıp gidiyorlarmış (gerçek anlamda hem de). E bizim Rick de akıllı adam yani bir şekilde koloninin yerini buluyor ve ufak çaplı bir aile saadeti yaşanıyor.Tabi Shane de kız benim diye düşünürken ortaya çıkan Rick dolayısıyla biraz bir kuyruk acısı oluyor haliyle ve olay alpha erkeği kim olacağa dönüyor. Grupta öyle bir grup ki Zombilerle mi uğraşsınlar yoksa grubun içindeki hödüklerle,liderlik kavgalarıyla ve aşna fişnelerle mi uğraşsınlar. Nitekim hepsiyle uğraşıyorlar ve bir şekilde hayatta kalmayı başarıyorlar. Tabi arada ummadık insanların ölüşü,ısırılışı diziyi daha güzel ve heyecanlı yapıyor. Senaryo çok iyi gerçekten ve olayı sosyolojik olarak ele alırsak dünyanın çöküşü ve ilkel yaşamın insan üzerindeki etkileri de baya bir gerçekçi geldi bana,en azından çoğu zaman. Tabi tek hayatta kalan bunlar değil,yeni insanlarla da karşılaşıyorlar ve dolayısıyla yeni maceralara da atılıyorlar çünkü bir yere tam olarak yerleşemiyorlar. 
Zombilerden bahsedecek olursak,bence performansları cidden çok iyi. Sonuçta bu kadar çok figüranlı bir dizi için zombi bile olsa,ağır makyaj bile olsa oyunculuklar süper. Hatta bence onlar başroldekilerden daha iyi oynuyorlar. Makyajlar çok çok başarılı. Senaryo çok çok başarılı. Çekimler zaten çok başarılı.
Dizinin IMDB puanından da anlaşılabiliyor zaten dizinin ne kadar iyi olduğu ki 8.7 gibi bir puanı var. 
Eöööhh zombi dizisi ne yaaa,diye önyargı ile yaklaşmadan bir iki bölüm izlemenizi tavsiye ederim.
Karakterlerden bir kısmı:



Yukarıda yerim seni ben diyen bir abla var,makyajın kalitesi ve mükemmeliğin görüyorsunuz. 
Bir de 1.sezon trailerını paylaşayım (şu an dizi 3.sezonda):


26 Ekim 2012 Cuma

The Vampire Diaries


"Merhaba,benim adım Ece ve ben bir dizi bağımlısıyım." Kabullenmek ilk adımdı di mi?
 İnsan bu kadar dizi manyağı olunca, kafasındaki bu kadar konuyu,karakter ismini vs. paylaşmak istiyor haliyle. Kaç tane dizi izlediğimin sayısını bilmiyorum ama duramıyorum sayın seyirciler,yapamıyorum. 
Eveeeeeettt gelelim The Vampire Diaries'e ki bunu yazarken biraz hevesli bir heyecan içerisindeyim çünkü kendisi favori dizilerimden efem. Şimdi şu vampirmiş kurt adammış biraz sıkmadı değil bu hikayeler ama gel gelelim ne True Blood'ımdan ne The Vampire Diaries'imden vazgeçemem. Twilight bu dizilerin yanında ilk okul terk. Tek başınayken en azından lise terk.
Şimdi gelirsek TVD'yeeee (yazar burada ağız kenarlarını silip dilini şaklattı), Allah'ım o vampirler ne yakışıklı, o vampir olmayanlar da ne yakışıklı, fakat gel gelelim tutturmuşlar bir Elena da Elena. Ay. 
Esas itibariyle dizimizin konusu şöyle; Bir kızımız var başrolde Elena Gilbert (Nina Dobrev), bunun ailesi bir trafik kazasında ölmüş bu da teyzesi ve kardeşiyle (kardeş dediysek sonrasında bu pek of yavrum bir şey oluyor,Jeremy Gilbert rolünde Steven R. McQueen'i izliyoruz millet :)) yaşıyor,uslu uslu lisesine gidip geliyor. Derkeeeen kasabaya iki adet fırından yeni çıkmış çıtttıır mı çıttır vampir geliyor. Meğersem çıtırlık genlerdenmiş ve bunlar Salvatore kardeşlermiş. Stefan Salvatore (Paul Wesley) ve Damon Salvatore (Ian Somerhalder) yüzlerce yıllık hayatlarında her türlü kızı görmüş ve gelip Elena'da karar kılmışlardır. Neden? Çünkü Elena çok matah bir kız olduğundan değil,bu kız bunların eski yavuklusu Katherine'le doppelganger'dır yani görsel ikiz. Bunlar bir affalar falan sonra Elena'da Katherine'in aksine bencil bir pislik değildir dostum. Ay bu Katherine'in hikayesi daha afilli tabi Elena kimmiş,bu Kathrine, Salvatore kardeşler daha vampir değilken bunları baştan çıkarmış sonra da onları vampire dönüştürmüş, sonra da bir olaylar olmuş bu kaçmış,Salvatore'larla da kopmuş. Bunların da kuyruk acısı büyük tabi, Elena bize kesin bakar diye ona yazıyorlar abi kardeş. Elena da gidip sümsük Stefan'a aşık oluyor (bir türlü bir çekici gelemedi bu adam bana neden bilmem) ve olaylar gelişiyor. Ha bir de cadımız var Bonnie (Kat Graham) ,ben pek severdim onu dizinin başında da artık bilmiyorum güç manyağı falan oldu kız. Ay sonraları diziye kurt adamlar mı gelmiyor, hem kurt adam hem vampir olan Hybrid'ler mi gelmiyor,cadılar mı basmıyor,vampir avcıları mı zebellah olmuyor. Hepsi oluyor anacım ama şunu söylemeliyim ki dizinin senaryosuna cidden aşığım. Karakterlere zaten aşığım,yalnız Elena'ya çok bir gıcığım yok da biraz bayık ve ruhsuz geliyor bana anlamıyorum bu kadar revaçta oluşunu,şu vampirler de hiç şöyle şen şakrak,deli dolu,harbi kızlara aşık olmuyorlar anca çıt kırıldım tipler. Neyse gıcık oldum.Temel olarak konu Salvatore kardeşlerle Elena arasındaki aşk üçgenine dayanıyor. Elena Stefan'a aşık görünüyor ama tabi ki aklı Damon'a kaymıyor değil.(Haksız mı sizce?) Ben sanırım en çok Caroline Forbes'i (Candice Accola) seviyorum. Pek tatlı ya. Dizinin diğer yakışıklılarını da anlatamicam izleyin görün valla bendeki de can bir yerde. Bir tane çirkin adam yok ki. Bir kere dizide Ian Somerholder var ya daha Allah'tan belamızı mı isteyelim. 
Şimdi bu kitaptan çekilme bir dizi olduğu için güzel olan kitap mı senaryo mu tam bilmiyorum hani paralel mi ilerliyor,okumadım kitabı yani. Yalnız cidden çok iyi ilerliyor,öleceğini beklemediğiniz insanlar ölebiliyor,hayalet olarak gelebiliyor,senaryo zaman zaman güzel afallatıyor. Oyunculuklar da iyi. Kısaca izlenesi bir dizi. Zaten IMDB puanı 8.1 ki baya başarılı. 
1.Sezon 1.Bölüm promosu: http://www.youtube.com/watch?v=y5t1V8XG_JE
Pek cazibeli bir promo değil ama ilerledikçe dizi cidden baya sarıyor. Şu an 4.sezonu oynanıyor dizinin o yüzden bu promo böyle daha dizinin emekleme safhaları.İsterseniz sonraki sezonların promolarına da bakabilirsiniz. Bitirirken bir kaç fotoğraf koyayım da gözlerimiz bayram etsin :)
Bu arada Nina Dobrev ile Ian Somerholder'ın gerçekte birlikte olduklarını bilmem söylememe gerek var mı <3


Damon Salvatore

Stefan Salvatore
Jeremy Gilbert
Bonnie Bennett



15 Ekim 2012 Pazartesi



Büyüdükçe aptallaşabilmek isterdim. Fark etmemek isterdim bir çok şeyi, fark ettirmediğim gibi. 
Hayat,biz büyüdükçe çemberini genişletiyor, bir tümseği atlatınca önümüze yenisini getiriyor. Bazıları tek başımıza atlayamayacağımız kadar yüksek oluyor ama o zamanlar yalnız kalmayı en çok istediğimiz anlar oluyor. Korkak mutluluklar yaşatıyor bize, arada kendini hatırlatıyor, her an verdiklerini alabileceğini gösteriyor. Kalbimiz sıkışıyor, nefesimiz kesiliyor ama ölmüyoruz. İnsan mutluluğu olmadan da yaşıyor. 
Kendimizi mutlu olduğumuza yeterince inandırdığımız müddetçe, gülümsemelerimiz oluyor sığınağımız. Daha güçlü bir sığınak istiyoruz oysa ki, bizi her şeyden koruyabilecek, kendimizden bile


İçimizde kalan her şeyin bizi yavaş yavaş zehirlediğini,boğazımıza düğümlenen her kelimenin bizi boğduğunu bilip de her şeyi bu kadar saklamak,her şeyden bu kadar saklanmak,neden? Senden sakladığım her şey,benim için intihara teşebbüs.
Sana açtığım her kapının arkasında duvarlar var. Her seferinde,sana koşmaya çalışırken onlara tosluyorum. Her darbeyle,bir umudum kırılıyor. 
Sustuğum her dakika,ömrümden seni çalıyor.
Yumuşak ve güzel hislerin,daha sert,daha güçlü olduğu bir noktadayız şimdi. Her şey bizi birbirimize iterken olanca gücümüzle birbirimizden kaçmakla meşgulüz. Olması gerektiği gibi olmuyor hiçbir şey ve olması gereken diye bir şey de yok demiştim sana bir keresinde,sense olması gerekenden daha çabuk unuttun bunu. Biten hiçbir şey birden bitmiyor,azalarak bitiyor ama bizim için her şey çoğalma noktasında bitti. Bitmesi,olması gereken değildi,biliyorsun ve olması gereken diye bir şey de yok.


Tuttuğun dileğin diğer ucunun benim elimde olduğunu bir düşün. Tüm yollarının bana çıktığını,tüm dileklerinin gerçekleşmesinin benim elimde olduğunu düşün.
Farkında değilsin belki ama biz daha karşılaşmadık. O yüzden birbirimizi dilemeyi bırakmalıyız artık,onlarla yolumu değiştirmeyi bırakmalısın. Ait olduğumuzu sandığımız yerlerden kopup,ait olduğumuz yere varmak için tanımadığımız bir insanın peşine düşmüş gibiyiz. 
Biz en iyisi dünyanın gittiği yöne gidelim,döndüğü yöne dönelim. Nasılsa yuvarlak değil mi? 


Bazı saniyeler,dakikalar,mesafeler olması gerekenden daha ağır.Kollarımızın,bacaklarımızın kaldıramayacağı,sadece kalbimizin taşıyabileceği ağırlıklar.Tek istediği dinlenmek olan kalpler için daha da ağır.
Ne yazik ki her zaman,kalbi bizden güçlü olan insanlara aşık olmuyoruz.Tüm yükü biz taşıyoruz.Sonunda güçlü oluyoruz olmasına da,yine en kolay kendimize kırılıyoruz.


Bazı savaşlar bizi güçlendiriyor,bazı acılar öldürmese de zayıflatıyor.Kafamı toplamak için gittiğim yerlerde hep başka parçalarımı bırakıyorum,kafamı dağıtmasını istediğim insanlarsa hep başka şeyleri dağıtıyor.Haliyle derli toplu olması gereken ruhum çok karışık,yine de ben aradığımı buluyorum,en azından şimdilik.
Bir yerden sonra insan bir şey hissetmiyor,bir yerde bir şeyler donuyor,donunca da kopması kolaylaşıyor.Kopan şey geri geliyor ama yerine eskisi gibi oturmuyor.


Vazgeçmek gerekir bazen.Çünkü o zamanlarda vazgeçmek,yapmanız gereken şeydir aslında.Aydınlık gökyüzünde yıldızlar görünmez mesela.Yıldızları görebilmek için ışıktan vazgeçmek gerekir.Birini istiyorsanız yalnızlığınızdan vazgeçmeniz gerekir.
Sorun;vazgeçtiklerimizin kıymetini,elde ettiğimiz şey gözümüzde büyüttüğümüz kadar büyük olmadığında bilmemiz.
Bazen ışık için karanlıktan vazgeçiyoruz ya,ya bizim istediğimiz sadece karanlıkta görünüyorsa,ya bizim yıldızımız mumları söndürmemizi,her yeri karanlığa boğmamızı bekliyorsa?


Sevgili Ödüllü Film,
Bunu sana yazmayı uzun zamandır düşünüyordum. Kısmet bugüneymiş.
Seni sevmeye çok çalıştım ben aslında,hala da çalışıyorum. Yine de… Seni ne zaman izlesem seni anlayamadığım için ya da senden çok sıkıldığım için beni suçlu hissettiriyorsun. Kendimi kötü hissediyorum seni izlerken. Bu yüzdendir bir türlü ısınamadım sana. Çok derin şeyler anlattığını sandığın o bana anlamsız gelen uzun sahnelerin,insanları yansıtışındaki donukluk,bazen o çığırından çıkan natüralistlik beni çok rahatsız ediyor. Ben aslında severim sanatı. Evet bazı sahnelerin çok sanatsal ama film yerine fotoğraf olarak kalmalılar belki de. Belki de ben iki saat bir elmanın yuvarlanışını izlemek yerine,o elmanın yuvarlanmaya başladığı yeri ve en son durağını görsem daha çok anlam çıkarır,araları da düşüncelerimle doldururum. Ama hayır. Sen buna izin vermiyorsun. Peki. Seni seven de vardır elbette.
Sadece,ben seni sevemiyorum. Ama üzülme;sorun sende değil,bende.